MUHAMMED'İN ÇÖLDE SAKLADIĞI TELESKOP
Kuran'ın Allah tarafından indirildiğini inkâr edenler, Muhammed Peygamber'in Kuran'ı uydurduğunu söylemektedirler. Peki bunu söyleyenler Muhammed Peygamber'in Evren'in genişlediğini, 1900'lü yıllardan önce bilen Dünya tarihindeki tek kişi olmasını nasıl açıklayacaklar? Acaba Muhammed Peygamber 1900'lü yıllarda yapılmış olan teleskobun bir benzerini 600'lü yıllarda icat etmişti de, bu teleskobu kumlar altında mı gizliyordu? Acaba Muhammed Peygamber teleskobu kullanmayı, yıldızların hareketlerini yorumlayacak astrolojik bilgiyi biliyordu da, bunu insanlardan mı saklıyordu? Eğer Muhammed Peygamber deli olduğu için Peygamber olduğunu iddia etti denirse; bu nasıl bir deliliktir ki kendi döneminin insanlarının hiçbirinin bilmediği ve bilmesine imkan olmayan, kendisinden 1300 yıl sonra ancak anlaşılacak olan bir gerçeği biliyordu? Eğer Muhammed Peygamber kendi menfaatleri için dini uydurdu denirse; bu nasıl bir menfaat uydurmadır ki bu kişinin uydurdukları ancak 1300 yıl sonra tam anlaşılıyor; fakat kendi döneminde bu ayeti söylemesi kendisine hiçbir menfaat sağlamıyor, hatta gözleriyle Evren'in genişlediğini fark edemeyen düşmanlarına belki koz bile vermiş oluyordu. Menfaat için hareket eden kişi, kendi yaşarken kendisine faydası olmayan, hatta kendi döneminde anlaşılmadığı için eleştirilmesine yol açacak bir şeyi söyler mi? Eğer tüm bu gerçeklere karşın hâlâ bir kişi "Muhammed Peygamber kendi aklıyla bunu bildi" derse; bu nasıl bir akıldır ki kimsenin bilemediğini biliyor fakat bunları kendi bildiğini kabul edeceğine, Allah bana bildirdi diye yalan söylüyor! Toplu iğneyi bulan bir kişi bile bu buluşuyla övünme eğilimindeyken, Muhammed Peygamber niye aklıyla övünmüyor da "Bu (Kuran) benden değildir, bu Allah'tandır." diyor. Tevazudan mı? Bir yandan Peygamber olduğunu söylerken inanılamayan, yalancılıkla itham edilen, böylece ahlâken düşük bir mertebede gösterilen kişiyi, tevazu sahibi diye mi yüceltecekler? Evet inkâr etmekte ısrar edenlere bir soru da biz soralım: “Siz neyi savunduğunuzun, ne dediğinizin farkında mısınız?”
EVRENİN GENİŞLEDİĞİ NASIL ANLAŞILDI?
Büyük deha Newton'un fiziğinde bir eksik vardı. Newton, sonsuz genişlikte ve değişmeyen bir Evren modeline inanıyordu. Newton'un yerçekimi yasaları bir sorunla karşılaşıyordu. Nasıl oluyordu da Evren'in başlangıcından beri geçen çok uzun zaman sürecinde tüm madde birbirini çekip tek bir bileşime dönüşmüyordu? Oysa Einstein'ın Newton'dan sonra ortaya koyduğu formüllerde kütlenin varlığıyla zaman ve mekan değişiyordu.
Bilimsel platformda Evren'in genişlediğini ilk kez Lemaitre ortaya attı. Resimde Lemaitre ve Einstein birarada görülüyor.
Einstein'ın formüllerinden yola çıkan Rus fizikçi Alexander Friedmann en ufak bir etkide Evren'in genişleyeceğini veya daralacağını keşfetti. Bu keşfin değerini anlayıp Evren'in genişlemekte olduğunu ise açıkça, iddialı bir şekilde ilk savunan, Belçikalı papaz ve bilim adamı Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, Evren'in genişlemesini geri sardığımızda Evren'in tek bir birleşimden patlayarak oluştuğunu, daha sonra Evren'in genişlediğini; bir meşe palamadundan bir meşe ağacının büyümesi gibi Evren'in bu tek atomdan ortaya çıktığını söyledi. Bu o kadar inanılmaz gözüküyordu ki, başta bu iddiaya kendi formüllerinden ulaşılan Einstein bile inanamadı. Lemaitre'nin fizikten pek anlamadığını söyleyerek, Evren'in sonsuz genişlikte ve değişmez olduğunu söyledi.
İlk başta, Evren'in genişlediği kuramsal olarak ortaya konmuştu. Hiçbir felsefecinin tarihin uzun zaman diliminde ortaya koyamadığı bir açıklama, Kant gibi bir felsefecinin "Saf Aklın Eleştirisi" eserinde, zihinsel çatışkılardan (zihnin çözemeyeceği sorunlardan) biri olarak gördüğü ve "Zihin bu sorunu çözemez" dediği konuda ortaya konmuştu. Bu kuram her şeye uyuyor ve Evren'in neden yerçekimine rağmen çökmediğini açıklayarak Newton ve Einstein formüllerinin bir birleşimini veriyordu. Alternatifi yoktu. Doğru anahtarın kendi kilidine uyması gibi, doğru açıklama Evren'sel tabloya uymuştu. Fakat bilim dünyasında ilk defa duyulan bu açıklama klasik tepkiyle karşılaşmıştı: Hayır, olamaz!
Aynı yıllarda Amerikalı astronom Hubble, tüm bu kuramsal tartışmaların dışında, Mount Wilson gözlemevinde son derece gelişmiş teleskobu ile gözlemler yapıyordu. Hubble tüm galaksilerin birbirinden uzaklaştığını, böylece Evren'in genişlediğini gözlemsel olarak buldu. Böylece görmediğimize inana-mayız diyenlere Hubble; "Gördüğünüze inanmalısınız" dercesine genişlemeyi ispatladı. (Hubble bu tespitini Doppler etkisiyle yaptı. Buna göre uzaklaşan cisimlerin dalga boyları ışık dalgalarının spektrumunda uzar; böylece kırmızıya kayar, cisimler yaklaşıyor ise dalga boyu kısalır, böylece maviye kayar.) Tüm galaksilerden gelen ışığın, spektrumda kırmızıya kayması, tüm galaksilerin uzaklaştığını gösteriyordu. Hubble bu gözlemiyle beraber çarpıcı bir yasa da buldu, galaksilerin uzaklaşma hızları, galaksiler arasındaki uzaklıkla doğru orantılıydı. Galaksi ne kadar uzakta ise, o kadar hızlı uzaklaşıyordu. Bu sonuç tekrar tekrar test edildi. 1950'de ABD'de Mount Palamar'da Dünya'nın en büyük teleskobu inşa edildi. Tüm testler, yeniden kontroller hep bu gözlemi doğruladı. Hatta ölçümler yapılıp Evren'in ilk yaratılış anının yaklaşık 10-15 milyar yıl önce olduğu iddia edildi.
Hubble'ın çalışmalarıyla Einstein da, Lemaitre de ilgileniyordu. Daha önce Lemaitre'ın görüşlerine katılmayan Einstein, bir konferansta Lemaitre'e haklı olduğunu beyan etti. Bu düşünceye inanmamasına yol açan görüşlerinin hayatının en büyük hatası olduğunu itiraf etti. Böylece Evren'in dinamik, sürekli genişleyen yapısı gözlemlerle doğrulanmış bir şekilde anlaşıldı, dönemin en büyük fizikçisi Einstein da bu sonucu kabul etti.
Edvin HUBBLE teleskobuyla gözlem yaparken.
Hubble'ın ve Lemaitre'ın örneklerinde bir fizikçinin gerek kuramsal, gerek gözlemsel yolla bir sonuca ulaştıklarında o sonucu nasıl sunduklarını görüyoruz. Lemaitre kuramsal olarak ulaştığı sonuca dayanak olarak Einstein'ın formüllerinden nasıl çıkarım yaptığını gösterirken, Hubble yaptığı gözlemlerin verilerini ve sonuçlarını sunmaktadır. Böylece fizikçilerin vardığı sonuç bir kitap dolusu altyapıyla bir arada ortaya konmaktadır. Fizik kural-larının Yaratıcısı tarihteki en büyük tartışmalarından birinin cevabını Kuran'da vermektedir. Kuran, bilim adamlarından farklı olarak doğrudan sonucu verir, bu sonuca gidiş yolları, bu sonuca nasıl ulaşıldığı önemli değildir. çünkü bu bilgiyi veren bu araçları kullanmadan bu bilgiyi bilmektedir. Evet, Kuran doğrudan sonucu verir. çok emin, çok kısa, çok net, çok açık bir şekilde.
Herhangi birimiz Evren'e üstten bakma şansına sahip olsaydık ve biri bize "Evren'i tarif et" deseydi, herhalde ilk söyleyeceğimiz şeylerden biri Evren'in genişlediği olurdu. Ancak bilimsel birikim ve gelişmiş teleskoplarla farkedebildiğimiz bu gerçeği, Kuran'ın 1400 yıl önce söylemesi ne müthiş bir olaydır. Bazıları "Hz. İsa körleri iyileştirecek şekilde mucizeler gösterdiyse, niye çevresindeki herkes iman etmedi?" diye sormaktadır. İşte dine bilimle karşı çıkılmaya çalışıldığı bir ortamda, Kuran, bilimin en zor birkaç sorusundan birine bir cevap vermekte ve tarihte bu cevabın aynısına rastlanmamaktadır. Gelişmiş teleskopların icadıyla yapılan gözlemler Kuran'ı doğrulamakta, Kuran'ın bu mucizesinin benzerini hiç kimse gösterememekte, fakat inanmaya niyetli olmayanlar yine inanmamaktadır. Zaten Kuran bazı insanların hangi mucizeyi görürlerse görsünler inanmayacaklarını belirterek insan psikolojisinin bu yönünü açıklamada da mucize göstermiştir. Sanırız bu örneği gören kişi, İsa'nın ve diğer Peygamberlerin gösterdiği mucizelere karşı kendilerine niye inanılmadığını anlayacaktır. Mucizelerin şekli, zamana göre değişmekte, fakat, hep açık arayan, gerçeği bulmaya çalışmak yerine, ben nasıl inkâr ederim diye düşünen bazı insan tipleri hiç değişmemektedir.
MADDENİN KÖKENİNDE KUVVET OLMASI
Evren'in genişlediğini söyleyen ayetin başında Evren'in kuvvetle yaratıldığı açıklan-maktadır. Bu ayette "kuvvet" diye çevirdiğimiz kelime "Eyd" kelimesi olup "yed" kökünden gelir ve "el" anlamına geldiği gibi, Kuran'ın birçok yerinde "kuvvet" anlamında da kullanılır. örneğin aynı kelime 38-Sad Suresi-17. ayette geçer ve "...Davud'u, kuvvet verdiğimiz kulumuzu hatırla..." diye bu ayet tercüme edilir. Ayetin kuvvete dikkat çekmesinin önemli bir nok-tayı vurgulama olasılığı vardır (Kuran'daki bilimsel mucizelerin bazısı açıkça söylenerek gerçekleşmektedir. Evren'in genişlediğinin söylenmesi gibi... Bazı bilimsel mucizeler ise işaretle belirtilmişlerdir ki, bu mucizelere ancak yorumla varılabilir. Biz kitabımızda açık gördüğümüz bir çok mucizeyi seçerek açıklıyoruz. Fakat yorumla çıkabilecek bazı mucizeleri ise ana bir başlık açmadan, bir alt başlıkla, bu şekilde dikkatlerinize sunmak istiyoruz). Bu "kuvvet" bir atomun çekirdeğine kuvvet veya gücün yığıldığı veya çekirdeğin bu güç ve kuvvetin üzerine inşa edildiği gerçeğine denk gelmektedir. Einstein'ın E=mc2 şeklinde formüle ettiği denklem, tüm Evren'in kuvvet üzerine bina edildiğini göstermektedir (Enerji = Kütle x Işık Hızının karesi). Bu formül belki de fiziğin en önemli formulüdür. Stephen Hawking satış rekorları kıran kitabı "Zamanın Kısa Tarihi"nde matematiksel denklemler kullanmaktan kaçınmış fakat bir tek Einstein'ın bu formulünü kullanmıştır. Bu formülle kütle veya maddenin, enerjinin bir biçimi olduğu, maddenin enerjiye dönüşebilirliği ortaya konmuştur. Böylece madde ile kuvvetin ayrımı yerine, maddenin kuvvet olarak tarifi mümkün olmaktadır. Buradan da Evren'deki maddenin kuvvet ile yaratıldığının söylenmesinin ne kadar önemli fiziksel bir gerçekliğe işaret ettiği anlaşılabilir. Güneş'ten sayısız galaksilere, süpernovalara kadar her şey aslında kuvvetten oluşmuştur.
Büyük Patlamadan sonra bu kadar çok maddenin, yerçekimi kuvvetinin etkisiyle birbirinin üzerine kapanmadan, bu kadar geniş bir alanda, bu kadar büyük bir hızla birbirinden uzaklaşması, Büyük Patlama'da uygulanan kuvvetin olağanüstülüğünü göstermektedir. Bu kuvvet sayesinde Evren genişlemekte ve madde birbirini çekip yeniden kapanmaktan kurtulmaktadır. Bu kuvvet hem çok büyüktür, hem de Allah'ın üstün bilgisiyle çok ince bir şekilde ayarlanmıştır. Bu kuvvet eğer daha zayıf olsaydı gezegenler oluşmadan madde birbirini çekerek kapanacak ve ne galaksiler, ne dünyamız, ne de hayat oluşacaktı. Eğer patlamada uygulanan kuvvet daha şiddetli olsaydı; madde o kadar büyük bir alana yayılacaktı ki, yine ne galaksiler, ne dünyamız, ne de hayat olacaktı. Bir fizikçinin çok güzel bir benzetmesine göre; bu patla-manın galaksilerin, dünyamızın, hayatın oluşacağı şekilde ayarlanmasının olasılığı; bir kurşun kalemi havaya attığımızda, sivri ucu üzerinde durması kadar bile değildir. Allah, bu patlamayla hem kudretinin büyüklüğünü, hem kendisinin bilinçli olarak ilk andan itibaren nasıl her şeyi ayarladığını göstermekte, ayrıca mesajı Kuran'da bu oluşumları anlatarak Kuran'ın kendi mesajı olduğunu da ispat etmektedir.
Böylece Kuran tek bir ayette, 1900'lü yıllardan önce Evren'in genişlediğini söyleyen tek kitap olma mucizesini göstermekte, aynı zamanda aynı ayetle maddenin kuvvetle yaratıldığına da işaret ederek büyük mucizesini daha da güçlendirmektedir.
E=mc2 formülünden, ışığın hızının büyüklüğünden dolayı atomun içinde depolanmış olağanüstü enerjinin varlığı anlaşılmış ve atom santrallerinden, atom bombalarına kadar yeni buluşlar bu formulün mantığına dayanılarak yapılmıştır. Einstein'a kadar düşünürler maddeyi hareketsiz ve hareketi ise bu hareketsiz maddenin bir tür itme sağlayarak neden olduğu bir etkinlik olarak görmüşlerdir. Leibniz (1646-1716), Allah'ın hareketi maddeye içkin yarattığını (hareketin maddenin iç yapısından kaynaklandığını) söyleyerek maddenin enerjiye indirgenebilir olduğu fikrine yaklaşmıştır; ama bilim dünyasında bu buluşun tam anlamıyla ortaya konuşu formulüyle Einstein'a aittir.
KURAN'DA BİZ İFADESİNİN KULLANILMASININ SEBEBİ
Bu bölümde incelediğimiz ayetteki "Biz" ifadesinin neden kullanıldığını açıklamakta fayda görüyoruz. Arapça'nın bu konudaki dil özelliği bilinmediği için sorularla karşılaşıyoruz. Kuran'da Allah kendisi için birinci çoğul şahıs olarak "Biz" ifadesini de, birinci tekil şahıs olarak "Ben" ifadesini de kullanır. Bu Arapça'nın dil özelliğinden kaynaklanır. Arapça'da ve başka bazı dillerde de azamet, yücelik ifadesi olarak bazen bir kişi kendisi için birinci çoğul şahıs olarak "Biz" ifadesini kullanır. Nitekim gerek Türkçe'mizde, gerek başka dillerde karşımızda tekil şahıs varken yücelik, saygı ifadesi olarak ikinci tekil şahıs olan "Sen" yerine "Siz" demekteyiz. Türkçe'de tekil olarak yaptıklarımız için de bazen birinci çoğul olarak "Biz" ifadesini kullanırız, fakat bu karşımızdaki tekil şahıs için çoğul olan "Siz" ifadesini kullan-mamız kadar yaygın değildir.
Kısacası, Allah tevazu yapmaz, tevazu insanlara yaraşır, Allah için değildir. Allah azametini, yüceliğini, saygınlığını belirtmek için bu ifadeyi kullanır. Kuran Arapça inmiş bir kitaptır, bu yüzden Kuran'da Arapça dil özellikleri, Arapça deyimler bulunur. Allah'ın tekliği tüm Kuran'ın en temel mesajıdır ve Kuran'ın yüzlerce ayetiyle apaçıktır.
Bir noktayı daha belirtmek istiyoruz: Kuran'da Allah kendisinden birinci şahıs olarak bahsederken hem tekil "Ben" ifadesini, hem azamet, yücelik, saygınlık belirtisi olarak çoğul olan "Biz" ifadesini kullanır. Fakat Allah'tan ikinci şahıs olarak bahsedildiğinde hep ikinci tekil "Sen" ifadesi geçer, hiçbir zaman ikinci çoğul olarak "Siz" ifadesi geçmez veya Allah'tan üçüncü şahıs olarak bahsedildiğinde hep üçüncü tekil "O" ifadesi geçer, hiçbir zaman üçüncü çoğul "Onlar" ifadesi kullanılmaz. Oysa Kuran'da binlerce defa Allah'tan ikinci veya üçüncü şahıs olarak bahsedilmiştir, bunların biri bile ikinci çoğul veya üçüncü çoğul şahıs değildir. Bu da başta dediğimiz gibi; bu ifadenin Arapça'nın dil özelliğinden olduğunu gösterir.